4 Eylül 2008 Perşembe

YAZIK !...

Bakmaya kıyamazsın ama, bir anda yok oluşlarına yürek dayanmaz...



Geçtiğimiz aylarda Antalya çok büyük bir alanı etkileyen orman yangınları oldu ya. Etkilerini bizzat görme şansım oldu benim. Aslında şansı yerine şanssızlığı mı demeliyim bilmiyorum. İnanın çok kötü. Bugün üzerinde konuşacağımız, orman yangını hasar analizi çalışmamızda Olympos-Adrasan tarafı ilk durağımız. Dağlar kapkara kül renginde. Resmen kel kalmış. Baktıkça içimiz acıyor. O kadar büyük bir alan o kadar zarar görmüş ki, bu yaralar nasıl sarılır diye düşünmeye başlıyorum. Sonra bu topraklarda hangi yara sarılmış da bu sarılacak diye dank ediyor kafanıza. Eşim sürekli Orman Bakanlığı’nın tüm yanan yerlerin yerine yeni ağaçların dikileceği garantisi verdiğini söyleyip ikimizi de avutmaya çalışıyor. Avunmuş taklidi yapıyoruz birbirimize. Yanan tepelere ahlayarak vahlayarak ağaçlar arasında arabayla yola devam ederken, bir araba solluyor bizi. Türk tabiiki. Ve içtiği sigara zıkkımının YANAN izmaritini dışarı fırlatıyor. O anda o adamı durdurup kafa göz giresimiz geliyor. Ama kendimizi tutarak sadece kenara çekip, arabadan inip o izmariti söndürmeyi tercih ediyoruz. Kalan bir kaç orman da, o insanlıktan nasibini almamış şahsiyetin izmaritiyle yok olmasın diye. Bir sonraki hasar tespit durağımız ise Kalkan – Patara. Oradaki antik şehir resmen direkten dönmüş. Neyse ki bir şey olmamış ama belki binlerce yıl ayakta kalmayı, yok olmamayı başarmış bu antik şehirleri bu yaz neredeyse kaybediyormuşuz. Patara plajı çevresindeki yeşillik tepeler artık yeşil değil. Kapkara. Çorak. Nasıl eski haline gelir buralar, gelebilir mi bilemiyorum. Bu hasar tespitlerimiz dışında bir de yan tespitlerimiz var: Hiç o kadar saat uçup Uzakdoğu’ya gitmeye gerek yok. O kadar güzel koylarımız, o kadar güzel denizimiz var ki... Aaa ama belki oralarda denizin 10 metre altındaki cips paketlerinden ve çeşitli çöplerden, dalgalarla bir o yana bir bu yana giden pet şişelerden, eşsiz plajların soyunma kabinlerindeki idrar kokusundan mahrum kalabiliriz. Bu ayrıcalıklar bizim ülkemize özgü çünkü! Koylardaki kayaların üzerine yazı yazanlar ( oralara ulaşıp nasıl yazabiliyorlar anlayamıyorum), batık kentlerden parçalar çalıp satarak paraya para demeyenler, en güzel yarım adalardaki koyları himayesine! alan zenginler de bize özgü.Ve buna sadece bizler değil, ülkemizi ziyaret eden bir sürü turist de şahit oluyor. Ne düşünüyorlar acaba? Tatil kısa tabi. Eve dönüyoruz. Bir gün arabada radyo dinlerken bir kampanya anonsu dinliyorum. Bilmem kaç numaraya mesaj atın, ağaçlandırma kampanyasına 5 YTL katkıda bulunun diyorlar. İnsanların neredeyse aldığı nefes için verilen vergileri nereye gidiyor? Sahip çıkılamayan, korunamayan şeylerin zararını yine niye vatandaş karşılamak zorunda? Bu ülke insanları zaten hep kendi için bir şeyler yapıyor, devlet ne zaman vatandaşı için bir şeyler yapacak, zararını hakkıyla karşılayacak, hep neden bizden bekleniyor? Bu 5 YTL’yi vermek istemediğinden değil. Ama daha geçen hafta oralardaydım, herhangi bir ağaçlandırma çalışması yoktu. Sen bir şeyler yaparsın, öncelikle bu ormanları korumayı öğrenirsin, geçen yıllarda yanmış başka bölgelerin arazilerini otellere pazarlamaktan vazgeçersin, sonra ben bunları yaptım hadi vatandaşım hep birlikte dersin, gerekirse gelir hep birlikte dikeriz ağaçları. Ama daha tek adım atmadan, hadi vatandaşım pamuk eller cebe... Olmuyor.

Hiç yorum yok:

.

.